Thursday, September 18, 2008

Bırak fırsatlar kaçsın, yeter ki hayat burada kalsın!

Sıkış tepiş bir kafedeydim. Yanı başımdaki masada 20'li yaşlarına henüz girmiş üç genç gelecek projelerinden konuşuyorlardı.
Kulak misafiri olmamak imkansızdı.
Bir ara içlerinden birinin "dünya hep elimden kaçıyormuş gibi geliyor; yapılacak ne çok şey var ve hiçbirine yetişemiyorum" dediğini işittim.
Ardından "bazen hırsımdan ağlamak istiyorum" diye ekledi.
Ah çocuk, diye söylendim içimden; bu bakış açısının hiç sonu yok, bir bilsen!
Sonra kendi gençliğim geldi aklıma...
Benim için de öyleydi.
Dünya dedikleri, ne zaman durağa gelsem beni almadan kapılarını "taak" diye kapatıp giden bir belediye otobüsüydü!
Sık sık umutsuzluğa kapılır, içime kapanırdım.
Hayatın kovalanacak değil, "yaşanacak" bir şey olduğunu öğrenmek çok zamanımı aldı.

Biz yetişkinlerin o gençten farkımız var mı?
Tatile gidiyoruz ama tadını çıkartmakta zorlanıyoruz. Çünkü aklımızda hep gidilecek başka yerler, çıkılacak başka tatiller var.
İş bulup çalışıyoruz ama tam anlamıyla sevinemiyoruz buna. Bu işten daha iyisi, daha çok kazandıranı olabilirdi diye düşünüp durmaktan bitkin düşüyoruz.
Aşk mı? Onda bile tedirginlik ve kararsızlık yakamızı bırakmıyor. Geceleri aşktan kavrulan nice insan gündüzleri başka havadan çalıyor; rekabet, sosyal flört ve iktidar arzusu ruhlarını yiyip bitiriyor.
Yaşlılar deseniz...
Birçoğu "görülecek çok yer, tadılacak çok lezzet var ama vaktim kalmadı" diye hayıflanmakla günü geçiriyor.

Onca huzursuzluk yetmiyor!
Bir de "ölmeden önce yapılacak, gidilecek, görülecek, tadılacak" şeyler listelerine kafamızı takıyoruz.
Bu listeleri içeren kitaplar kapış kapış gidiyor.
100'den aşağısı da kurtarmıyor!
Gidilecek 100 yer, yapılacak 100 şey...
Oysa alttan alta hissediyoruz ki, tek bir şeyi bile gönülden ve "iyi" yapsak, yetecek de artacak bile!
Ama bir ömür boyunca tek bir yazarı derinlemesine tanıyıp bütün yapıtlarını tekrar tekrar okumanın; bir besteciye gönülden bağlanmanın; bir şehre aşık olmanın tatlarından söz eden yok ki!
Böyle bir tercihin yoksulluk değil, tam aksine zenginlik olduğu çoktan unutulmuş.

Şöyle bir bakın!
Çoğumuz durmadan koşan ama bir türlü bitiş çizgisine varamayan atletleri andırıyoruz.
Azın öz olabileceğine inanç kalmadı artık.
Gerçek olamayacak hayaller "boş" sayılıyor.
O yüzden işte...
Yazımın başında sözünü ettiğim "hırsımdan ağlayacak gibi oluyorum" diyen genci düşünüyorum da...
Yavrucak kim bilir ne kadar zaman sonra anlayacak ki, dünya insanın gölgesine benzer.
Kovalarsan kaçar. Asla yakalayamazsın.
Kaçarsan da kovalar!

HAŞMET BABAOĞLU

No comments: